(İZMİR) – İzmir’de Basın Özgürlüğü Buluşması’nda konuşan CHP 7’nci Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, işçilerden, işverenlerden ve kamudan oluşan bir vergi konseyi kurulması gerektiğini belirterek “Her yıl vergi konseyi bir rapor düzenlemeli, halktan toplanan vergilerin nerelere harcandığını kamuoyuna açıklamalı. Fransa’da var. Demokrasi var orada. Harcanan vergilerin hesabını soruyorsun. Ama bizde bu soru sorulmuyor” dedi.
CHP 7’nci Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İzmir’de Basın Özgürlüğü ve Medya Araştırmaları Derneği’nin (BAMAD) sansürün kaldırılışının 116’ncı yılında düzenlediği Basın Özgürlüğü Buluşması’na konuşmacı olarak katıldı. Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç modaratörlüğünde gerçekleşen programda Kılıçdaroğlu, konuşmasına hayatını gazetecilikle kazanan ve vefat eden isimleri sayarak başladı. Kılıçdaroğlu, “Hayatını gazetecilikle kazanan ve mücadele eden rahmetli Uğur Mumcu, Ümit Kaftancıoğlu, Musa Anter, Metin Göktepe Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink Bülent Ülkü’yü rahmetle anıyorum. Bu toplantıda yaptığım konuşmayı bu onurlu gazeteciler ve bundan sonra da hayatını onurlu olarak sürdürecek gazetecilere armağan ediyorum. Kalemini satmayan yürekli gazetecilerin hepsine selam olsun. Çünkü zor dönemden geçiyoruz ve zor dönemde kalemini satmamak gibi onurlu bir görevi üstlenen gazeteciler her zaman başımızın üstündedir. Onlara saygı duymak hepimizin görevidir. Türkiye’de demokrasi var mı? Bunun üzerine düşünmek zorundayız, olmadığını biliyoruz. Ama yaşadığımız tablo düşüncelerimizi özgürce ifade edebileceğimiz bir tablo değil. Elinde kalemi olan gazeteci de yazarken ‘yarın hapse girebilir miyim’ diye düşünüyor. Vatandaş konuşurken acaba ‘birilerinin ayağına bastım mı, beni ertesi gün hapse atarlar mı’ diye düşünüyor” dedi.
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasası askıdadır”
“Demokrasi konusunda sınıfta kalmış bir Türkiye gerçeğiyle karşı karşıyayız. Tek adam rejimi Türkiye için felaket olan bir rejimdir. Tek adam rejiminde yargı olmaz, tek adam rejiminde Türkiye Büyük Millet Meclisi olmaz. Bunlar şeklen olur ama fiilen olmaz” diyen Kılıçdaroğlu, sözlerini şu şekilde sürdürdü:
“Bir anayasamız bir de Anayasa Mahkememiz var. Anayasa Mahkemesi’nin kararları anayasaya göre bağlayıcıdır, herkesi bağlar. Ama Can Atalay’la ilgili bir karar verilir ve bu karar uygulanmazsa anayasa askıya alınmış demektir. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasası askıdadır ve uygulanmıyor. Şeklen bir anayasamız, Anayasa Mahkememiz var. Ama verdiği kararı uygulamayan alt mahkemeler var. Bütün alt mahkemeler gücü saraydan, tek adamdan alıyorlar. Gücü oradan aldıkları için de verdiği kararların da mükafatını bekliyorlar. Bu tablo kaldıracağımız türden bir tablo değildir. Bu tablo konusunda her birinizin ama her birimizin dikkatli ve duyarlı olması lazım. Malum kurbağayı kazana koyarlar, ateşi yakarlar. Sıcak bir suyu attığınızda kurbağa refleks gösteriri ve kazanın dışına zıplar. Ama ateşi ufak ufak yakar ve sonra kızdırırsanız kurbağa farkında olmadan ölür, hayatını kaybeder. Bugün yaşadığımız gerçek buna benziyor. Artık öyle kanıksadık ki Anayasa Mahkemesi kararını uygulanmadığı zaman ne parlamentodan, ne sivil toplum örgütlerinden bir ses çıkıyor. Ne medyadan güçlü bir ses çıkıyor, ne sendikalardan bir ses çıkıyor. Ne hukuk örgütlerinden bir ses çıkıyor? Baro başkanı konuştuğu zaman da Türkiye Barolar Birliği Başkanının sesi kesiliyor. Dolayısıyla yaşadığımız tablo Türkiye’de demokrasinin olmadığı gerçeğini vurgulayan bir tablo. Gezi tutukluları, siyasi tutuklular bunlar 21’inci yüzyılın Türkiye’sinde yaşanıyor. Hiç kimse siyasi görüşü nedeniyle tutuklanamaz, hapse atılamaz. Demokrasinin temel kuralıdır; nereye giderseniz gidin. Herkes benim gibi düşünmek zorunda değil. Herkes saraydaki gibi düşünmek zorunda değil. Herkes özgürce düşünmek ve düşüncelerini özgürce ifade etmek durumundadır. O zaman bu ülkede demokrasinin varlığından söz edebilirsiniz.”
“Erdoğan’ın tarafsızlıkla görevini yapacağına hiç kimse inanmıyor”
Cumhurbaşkanlığı yemin metni üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan üzerinden sözlerini sürdüren Kılıçdaroğlu, “Erdoğan, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı bir kişi midir, değil midir? Ben de biliyorum bağlı olmadığını. Gidip de parlamentoda ‘Ben Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı kalacağım, namusum ve şerefim üzerine ant içiyorum’ diyen bir kişi ant içtiği metne sadık kalmazsa o görevi yapmıyor demektir. Halkını kandırıyor demektir. ‘Görevini tarafsızlıkla yerine getireceğime namusum ve şerefim üzerine and içerim’ diyorum. Erdoğan’ın tarafsızlıkla görevini yapacağına hiç kimse inanmıyor. Zaten öyle bir gerçekte yok. Bir partinin genel başkanı tarafsızlıkla görev yapar mı? Yapmaz. Bir cumhurbaşkanı ettiği yeminine sadık kalmazsa yani namusu ve şerefi üzerine yemin edip gereğini yapmazsa namus ve şeref kavramı neyi ifade ediyor? Namusu ve şerefi ayaklar altına alan bir kişi namus ve şeref kavramı üzerine yola çıkabilir mi?” diye konuştu.
“Bir kişinin iradesi Türkiye’nin üzerine karabasan gibi çökmüş durumda”
Kemal Kılıçdaroğlu, sözlerinin devamında ise şunları kaydetti:
“Sanıyorlar ki Türkiye Büyük Millet Meclisi demokrasinin temel taşlarından birisidir. Öyleydi ama bugün öyle değil. Parlamentoda çoğunluğu olan siyasi otorite bir merkezden talimat bekler. Erdoğan’dan. O gelen talimata göre o ve MHP’nin milletvekilleri otomatikman 19 Mayıs hareketleri gibi ‘ellerinizi kaldırın’ der ve bütün milletvekilleri ellerini kaldırırlar. O grup için söylüyorum ‘ellerinizi indirin’ dediklerinde ellerini indirirler. Bu parlamento dünyanın hiçbir parlamentosunda görülmeyen bir yasaya imza attı. Tasarruf mevduatı sigorta fonunda yolsuzluk olduğu zaman, yolsuzluğu yapan idareciler hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılamaz diye kanun çıkardı. Bir parlamento yolsuzlukların üzerine gitmesi gerekirken, yani tüyü bitmemiş vatandaşın hakkını, hukukunu koruması gerekirken tasarruf mevduatı sigorta fonunda yöneticilik yapanların yaptıkları yolsuzlukları için soruşturma ve kovuşturma yapılamaz diye yasa çıkardılar. Akıl alacak bir şey değil değil ama Türkiye’de demokrasi yok. Çünkü Türkiye’de güçler ayrılığı yok. Çünkü Türkiye’de bir kişinin iradesi Türkiye’nin üzerine karabasan gibi çökmüş durumda. O ne derse olacak. Geldiğimiz nokta bu. Zaman zaman konuşulur; gazi meclisimiz. O gazi meclisle bu meclisi karıştırmayın. Gazi meclis Mustafa Kemal’in yönettiği, milli Kurtuluş Savaşı’nı yöneten meclistir. O meclis Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e başkomutanlık yetkisi belli süreyle veren meclistir. Bu meclis sarayın emrinde ve kontrolünde olan bir meclistir. Bu meclise gazi meclis asla ve asla denemez. Çünkü bağımsız iradesi olmayan bir meclisin gazilik ünvanını taşımasına gerek yok.
“Kılını dahi kıpırdatmadı”
Can Atalay, milletvekili seçildi. Yüksek Seçim Kurulu ‘milletvekili olman için hiçbir engel yoktur’ dedi. Milletvekili seçildi, mecliste adı okundu. Aynı zamanda parlamentoda insan hakları komisyonuna üye olarak seçildi Ama parlamentoya gelemedi. Parlamento başkanına şu soruyu sordum: Neden kendi milletvekiline sahip çıkmıyorsun, sen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin başkanısın. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı olarak hemen oturup Adalet Bakanlığına bir yazı yazman gerekiyordu. ‘Milletvekilini derhal serbest bırakın, milletin iradesini sınırlayamazsınız’ demesi lazım. Kılını dahi kıpırdatmadı. Çünkü yukarıdan talimat gelmiş, o talimata uyacak.
“İhale takipçiliği yapıyorlar”
Bu ülkeye demokrasi ve basın özgürlüğü gelsin diye hangi hedeflere kitlenmeliyiz? Türkiye darbe hukukundan arındırılmak zorundadır. Darbeler döneminde çıkmış yasaların demokratikleşme çerçevesini çizmemiz gerekiyor. 12 Eylül’de ve 15 Temmuz yani 20 Temmuz sonrası çıkan yasaların mutlaka demokrasi çerçevesinde alınıp sorgulanması gerekiyor. Siyasi ahlak yasası mutlaka çıkmalıdır. Ahlak dersi veriyorlar değil mi herkese. Milletvekillerine bakıyorsunuz büyük bir kısmı ihale takipçiliği yapıyorlar. Milletin hakkını, hukukunu savunmuyorlar. Çünkü çıkardıkları yasalardan haberleri yok. Talimata göre el kaldırıp indiriyorlar. Bu tablo demokrasiye kasteden bir tablodur. Milletvekilinin milletin sorunlarını dile getirmemesi milletvekilinin görevini yapmaması demektir. Siz hiç bir AK Parti milletvekilinin meclis kürsüsüne çıkıp Türkiye’nin sorunlarını dillendirdiğini duydunuz mu? Duyamadınız. Çünkü öyle bir talimat yok.
“Devlette hiçbir kurum denetim dışında olamaz”
Devlet liyakat üzerine inşa edilir, işi ehline vereceksiniz. Devlette şu anda liyakat yok. Liyakatla ilgili olarak tabloya bakıldığı zaman devletin kurumlarının tahrip edildiğini görüyorsunuz. Devlet ayrıdır, siyasi parti ayrıdır. Siyasi parti halktan aldığı yetkiyle 5 yıl süreyle devleti yönetir, devlet olmaz. O nedenle devlette liyakat vardır. O nedenle devlet kadroları sıradan kadrolar değildir. En son müsteşarlıkları kaldırdılar. Müsteşarlık; devletle siyasi otorite arasında dengeyi sağlayan kişiydi. Bakana ‘bu yanlıştır’ diyebilecek kişiydi onu da kaldırdılar. Devlette hiçbir kurum denetim dışında olamaz denetlenmeyen bir kuruma demokrasilerde rastlayamazsınız.
“Bir vergi konseyi kurulmak zorunda”
Hepimiz vergi veriyoruz. Çocuk doğduğu andan itibaren vergi öder. Peki ödediğiniz vergiler nereye harcanıyor, kim harcıyor? Bu soru sorulmuyor. Bu soru sorulmadığı içindir ki Türkiye’de demokrasi gelişmiyor. Ey hükümet benim ödediğim vergileri nereye harcadın? Sorusu sorulmadığı için Türkiye’de demokrasi gelişmiyor. Herkes vergi kaçırıyor, Erdoğan’a yakın herkes malı götürüyor. Kimse de sormuyor. Çünkü onlar da denetim dışı. Ben boşuna beşli çeteler demiyorum. Bakın İzmir’den çağrı yapalım. Beşli çeteler bu ülkeye ne kadar vergi ödedi? Asgari ücretlinin vergisi belli. Esnafın belli. Peki bu beşli çeteler ödüyor mu, bunu ben öğrenmek isterim. Siz de öğrenmek istersiniz. Ama öğrenemezsiniz. Çünkü onlar özel koruma altında. Bu nedenle bir vergi konseyi kurulmak zorundadır. İşçilerden, işverenlerden ve kamudan oluşan bir vergi konseyi oluşturulmalı ve her yıl vergi konseyi bir rapor düzenlemeli, halktan toplanan vergilerin nerelere harcandığını kamuoyuna açıklanmalı. Fransa’da var. Demokrasi var orada. Harcanan vergilerin hesabını soruyorsun. Ama bizde bu soru sorulmuyor.
“Medyanın susmaması lazım”
Medya susarsa ne olur? Medyanın zor dönemden geçtiğini biliyorum. Büyük sıkıntılar yaşadığını biliyorum. Kalemini satmayan gazetecilerin hangi zorluklarla ve hangi risklerle yazdığını da biliyorum. Eğer medya susarsa Anadolu’nun küçük ve yoksul okulunda parmak kaldıran kız öğrenci susar. Eğer medya susarsa tarikat yurtlarında istismar edilen yavrularımız susar. Eğer medya susarsa parmağını makineye kaptıran genç işçi, söylemekten utanıyorum ama ‘zorla evlendirildim’ diyen genç kızlar susar. Kurutma makinasını çocukların odasına koyup, üşümesin diye çalıştıran anneler susar. Eşi pazara gitmemiz gerekiyor, evde yiyecek kalmadı dediği için cebindeki 12 lirayı koyup yan odaya geçip intihar eden babalar susar. Torunlarına verirse biraz da kurban eti ben alayım bunun için pazara giden ama gördüğü kötü muamele yüzünden kendini direğe asan susar. Kanun hükmünde kararname mağduru annesi hapishanede olduğu için kanser tedavisi gören, annesini sayıklayarak hayata gözünü yuman evladı susar. Dilek Özçelik’i hatırlayın. Kanser hastası genç bir kız. Hani bakan beyin yanına yaklaşıp, ya bir sorunum var dediğinde bakan cebinden 3-5 kuruş çıkarıp bunu al git deyince ‘ben dilenci değilim’ deyip küsen kız susar. Yoksul, ayakkabısı doğru dürüst olmayan çocuklarımız, evlatlarımız, yoksul, geçinemeyen emekli susar. Umutsuz gençler, umutsuz anneler, babalar susar. Medya susarsa ne olur biliyor musunuz? Emine Şen Yaşar susar. Saniye Ateş, Ayşe Ateş susar. Siz susarsanız yani medya susarsa SMA anneleri susar. Diyarbakır anneleri susar. Cumartesi anneleri susar. Medyanın susmaması lazım. Her türlü baskıya, kendine, davalara, linç girişimlerine, hedef göstermelerine, hapishanelere, hatta ve hatta ölümlere bile kendilerine halkı için korkmadan yürüyen gazetecilerimiz. Sizler susarsanız cumhuriyet susar, sizler hak susar, halk susar. Peki onlar sustuğunda kim konuşur? Arsızlar, millet ve vatan düşmanları, mafya çeteleri konuşur. Cumhuriyet düşmanları konuşur.
“Güzel bir demokrasi inşa etmek için mücadele edeceğiz”
Bayramlarda, törenlerde, Anıtkabir’de BOP eş başkanın elini sıkmayıp, yüzüne bakmam. Siz susmayın, konuşabilin diye elini sıkmıyorum. Halkımıza ‘sürtük, çapulcu’ dediği için onun elini sıkmıyorum. Partime ve kendinden olmayan seçmene ‘terörist’ dediği için elini sıkmıyorum. Vatandaşlığımızı üç kuruşa sattığı için elini sıkmıyorum. Hayatını kaybeden Gezi’de hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan için elini sıkmıyorum ve yüzüne bakmıyorum. Beni tehdit ettiği, hakaret ettiği için değil linçlere, suikastlere uğradığım için değil, saldırılara uğradığım için değil gazeteciler, öğrenciler, akademisyenlerin hakkını hukukunu savunmak için onun elini sıkmadım ve sıkmayacağım. Süleyman Şah Türbesi’ni kaçırıp vatan toprağını terk ettiği için elini sıkmıyorum ve gözüne bakmayacağım. Türkiye’yi bir sığınmacı deposuna dönüştürdüğü için elini sıkmayacağım. Cumhurbaşkanlığı seçimleri için sahte videolar hazırladığı için yüzüne bakmayacağım, elini sıkmayacağım. Biz sarayda oturan zatın elini sıkmayacağız, mücadele edeceğiz. Demokrasi lütufla verilmez. Dünyanın hiçbir ülkesinde de lütufla buyurun size demokrasiyi getirdik denmez. Demokrasi kararlı mücadeleyle olur. Sivil toplumla, yürekli insanlarla olur. Hapislerden korkmayacağız. Tutuklamalardan korkmayacağız. Linç girişimlerinden korkmayacağız. Varsa Türkiye bizim korkumuz yoktur. Güzel bir demokrasi inşa etmek için mücadele edeceğiz”